“Ben Değil Zaman Biriktirdi!”

“Ben Değil Zaman Biriktirdi!”

 

Hatıraları eşyalarda, yazılarda, fotoğraflarda mühürlenmiş bir ömür düşünün. Başınızı ne tarafa çevirseniz geçmişten bir suretin tebessümüyle yüz yüzesiniz… Sermet Erkin’in Karamürsel’deki inzivagâhı ancak böyle tarif edilebilir. Raflardan masa ve koltuk üstlerine, odalardan koridorlara hatta mutfağa taşmış bu birikime ‘koleksiyon’ demek yetersiz kalacak zira. 60 yıllık hayatı, bazı köşe başlarında daha fazla oyalanmaya sevketmiş Erkin’i. Nefeslendiği dönemeçlerde yeni kapılar açılmış önünde; tiyatro, illüzyon, müzik… Şerif Muhittin Targan ve Safiye Ayla doğduğu gün girmişler hayatına. 7 yaşında Zati Sungur’u ‘usta’ seçmiş kendine. Necdet Mahfi Ayral sayesinde daha ilkokul yıllarında kapısından girdiği tiyatrodan hiç kopmamış. Ve tabi Zehra Bilir, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ ve diğerleri… Zaman içinde hatıralar arttıkça hayatındaki insan sayısı azalmış. Neredeyse her ânı hafızasına kayıtlı olan bu mazi, Sermet Bey’e eşlik etmeyi sürdürüyor. Evini ve koleksiyonunu taşıma hazırlıkları içindeki illüzyonist Sermet Erkin’le ‘koleksiyonunun’ rehberliğinde geçmişe doğru zevkli bir yolculuğa davet ediyoruz sizi…

Sermet Erkin

‘Toplama’ ve ‘sahip olma’ tutkusunun ilk tohumu ne zaman atıldı, hatırlıyor musunuz?

Çocukluğumda! İlkokula başladığımda babam 5 lira verdi. O zaman Nişantaşı’nda oturuyoruz. Gittim Uğur Kitabevi’nden Lessi diye bir roman aldım. İlk kitabım odur. O günden beri kitap almaya devam ediyorum. İlkokul öğretmenimizin şahsi bir kitaplığı vardı. Hepimize kütüphane kartı hazırlatmıştı. Her kartta 4 sütun var, bir sütunu dolduracak kadar kitap okuyana kitap hediye ediyor. Sene sonuna kadar 4 kitap alabiliyorsun. Her karne döneminde de ayrıca birer kitap hediye ediyor. Bu teşvik zaten var olan okuma zevkimi daha da arttırdı. Uzay Heparı’nın babaannesi İsmet Işık’tı öğretmenimiz. Çok entelektüel bir kadındı. Bizim evde de kitap okunurdu. Sonra tiyatroya başladım ve tiyatro kitapları almaya başladım…

O ilgi nasıl uyandı?

Aslında hikaye daha da geriye gidiyor. Benim adımı Şerif Muhittin Targan koyuyor. Doğduğum gün büyük dayımı ziyaret etmek için Karamürsel’e gelmişler. Benim doğduğumu öğrenince Safiye Hanım ‘Muhittin Bey koysun adını’ diyor. ‘Ahmet olsun!’ diyor Muhittin Bey ama Safiye Hanım müdahale ediyor, “Ahmet biraz eski isim. Daha modern olsaydı çocuğun ismi!” Peygamberimiz’in ismi kalsın diye ona kafiye düşünüyor ve Ahmet Sermet diyor Muhittin Bey. Dolayısıyla gözümü açtığım günden itibaren sanatla içiçe bir muhitin içinde oldum. İlkokula başlayacak yaşa geldiğimde Karamürsel’den İstanbul’a taşındık. Önce Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kurulduğu, Fuat Balkan’ın evinde oturduk. Fuat Balkan babaannemin süt kardeşi. Haremlik selamlık kısımları olan büyükçe bir konaktı. O ev apartman olmak için yıkılınca Zati Sungur’un bahçe içindeki 3 katlı evine kiracı olduk. 1964’te, ilkokul birinci sınıfta tanıdım Zati Bey’i. Ve tabii onunla beraber pek çok isim girdi hayatıma. Zati Sungur 1934’te Türkiye’ye geldiğinde ilk turnesini yaptıran kişi Necdet Mahfi Ayral. Zati Bey’in yakın arkadaşı. O beni Şehir Tiyatrosu’na soktu.

İlginiz var mıydı tiyatroya?

Tabii, ilkokulda müsamerelerde görev alıyorum. Nasrettin Hoca rolleri oynuyorum. Şehir Tiyatrosu’na girince ilgim o yöne kaydı. Ortaokuldan itibaren tiyatro kitapları almaya başladım. Bilgi Yayınları’nın 4 liraya sattığı tiyatro kitapları, Varlık Yayınları’nın tiyatro serisi vardı. Bütün bu serileri aldım. Zati Bey’in evi apartmana dönüşünce oradan da çıktık. Yeni evdeki komşumuz Necati Cumalı’nın teyzesiydi. Bu vesileyle Necati Bey’i tanıdım. Eşi Berrin Hanım sık sık gelir, bana Necati Bey’in imzalı kitaplarını getirirdi. Nalınlar, Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri…

Sermet Erkin

İmzalı kitaplarınız da var, öyle mi?

Ben onları koleksiyon olsun diye imzalatmadım, ama birikti. Hepsi bana imzalanmış kitaplar. Sadece tiyatro ve illüzyon kitapları konusunda alıcılarım açıktır. Bende bir tane olmasına rağmen Osmanlıca bir ilüzyon kitabını Nadirkitap.com‘da görünce onu da aldım. Yaban ellere gitmesine içim el vermedi. Diğer alanlarla ilgili böyle bir telaşım yok. Eskiden çok daha fazla kitap alırdım, okurdum. Hemen hemen bütün büyük Türk yazarlarının kitapları eksiksiz var kütüphanemde.

İşiniz için mi kullanıyorsunuz illüzyon kitaplarını?

Yok, illüzyon kitaplarından pek bir şey çıkmaz.

Peki neden topluyorsunuz?

Bende olsun diye… İnsanın içinde güçlü bir sahip olma dürtüsü var. Çince’sinden Rusça’sına onlarca dilde kitap topladım. Bazılarının fiyatları çok yüksek. O bile caydırıcı olmuyor. Belgeler, resimler, afişler… İsmail Dümbüllü’nün veda turnesi afişi var mesela. Bu afişleri basan iki matbaa vardı. En eskisi Şeref Matbaası, ikincisi Can Matbaası. Şeref Matbaası’nın sahibi çok yakın bir arkadaşımın ahbabıydı, o vesileyle benim de ahbabımdı. Adam Kenterler’den Şehir Tiyatrosu’na bütün tiyatroların afişlerini hazırlıyordu. Konserler falan da onda. Git ondan birer tane al, değil mi? Ama yapmadım, bunların ilerde kıymetleneceğini düşünmüyorum. Yaşıyorum zaten, içindeyim. Kaybetmeden anlaşılmıyor işte kıymeti… Zati Sungur kendi afişini imzalamış bana; “İllüzyon sanatının değerli öğrencisi ve istikbalin değerli elemanı olabilecek Sermet’e bir hatıra… 4 / 7 / 1974 Zati Sungur”

Sahneye çıktığınız ilk yıl imzalamış…

Evet ve dikkat edin benim öğrencim demiyor, ‘illüzyon sanatının öğrencisi’ diyor. Kendi evinde asılı dururdu bu afiş. Kendine hiç bir zaman sihirbaz demedi. Hayali oyunlar üstadı demeyi tercih ederdi. İlk geldiği yıllarda ‘Fenni Eğlenceler Üstadı’ tabirini kullanmış.

Tiyatro ve illüzyonla ilgilisiniz ama üniversite eğitimi için farklı bir bölüm seçmişsiniz…

Evet, önce Türk Dili’ne başladım. Kütüphaneye türkoloji ağırlıklı kitaplar da girdi böylelikle. Bitirmedim Türkoloji’yi, sonra Felsefe’ye geçtim. Oradan mezun oldum. O sırada da felsefe ağırlıklı kitap rafları oluştu… 1990’lı yılların başlarında Teşvikiye’de oturuyoruz. Oradan tanıdığımız bir tiyatro oyuncusu var, Fethiye Sezer. Bir süreliğine kalacak yere ihtiyacı oldu, bizimle kalmaya başladı. Topağacı’na bakan güzel bir bahçesi vardı evimizin. Akşamları işe gidiyorum, gelince balkonda oturup sohbet ediyoruz. Eşim oğlumuza hamile. Ne yapsak diye düşünüyoruz. Ve derken Fethiye Hanım’la birlikte tiyatro kurmaya karar verdik. Çevre Tiyatrosu boştu o zaman, kiraladım. Sildik süpürdük, hazırladık. Eski tiyatro dergileri var bende. Darülbedayi tam koleksiyonu falan. Şehir Tiyatrosu’nda bile tam koleksiyon yok! Orada eskiden oynanmış güzel piyesler buluyoruz. Fethiye Hanım kütüphaneye gidiyor, 5 piyes soruyoruz. 3’ü var, 2’si yok! Ya da 2’si var 3’ü yok. Böylece piyes biriktirmeye başladım.

Nerelerden topluyordunuz?

Öncelikle o tarihe kadar olan Şehir Tiyatrosu’nun bütün külliyatını kopyaladım. Ama oynanmış oyunların çoğu yok arşivde, yakın tarihlerde oynanmışlar bile saklanmamış. Birgün büyük bir organizasyon yaptım ve oraya dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay geldi. Tanışıklığımız var. Ona dedim ki “Devlet Tiyatrosu’ndaki piyesleri istiyorum.” “Tamam, git kopyasını al!” dedi. Ama işin öyle yürümediğini biliyorum. Genel Müdür yanındaydı. Ona talimat vermesini rica ettim. O kararla Devlet Tiyatrosu’nun piyeslerini de aldım. O arada piyes topladığım duyulmaya başladı ve herkes elindekini yolladı. Abdullah Şahin, Ekrem Dümer bütün piyeslerini verdiler. Böylece 8 bine yakın piyes toplandı. Eskiden oyun oynandıktan sonra oyuncu teksti iade ederdi. Çoğu bu şekilde kullanılmış oyuncu nüshaları. Benim orijinal merakım yok. Piyes olsun kâfî. Özel nüshalar da var ama. Mesela Necip Fazıl Kısakürek’in 1941 tarihli Namık Kemal senaryosunun orijinal nüshası bende. Kendi el yazısıyla düzeltmeler yaptığı dosya. Araya Osmanlıca notlar düşmüş. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin eski piyesleri, İ. Galip Arcan’ın, Reşat Nuri Güntekin’in, Mahmut Yesari’nin adapteleri…

Sermet Erkin

Hangi yıllarda başlamıştınız toplamaya?

Ortaokulda basılı piyesleri alıyordum. Tiyatro kurma fikri 90’larda ortaya çıktı. Büyük çoğunluğu o tarihten sonra girdi koleksiyona. Bir gün haber geldi, tanıdık vasıtasıyla bir eve gittim. Adam Devlet Tiyatrosu’nun bütün kitaplarını ve piyeslerini almış. Onları topluca aldım. Basılı metinleri bulmak kolay ama kitaplaştırılmamış piyes bulmak çok zor. Onlar atılıyor, çöpe gidiyor. Tiyatroyu kurduğumuz sene bir oyunu sahnelemeye karar verdik. Asude Zeybekoğlu’nun çevirdiği bir komedi. Önceki senelerde oynanmış fakat Şehir Tiyatrosu’nda yok. Osman Necmi Karaca’ya gittim. Asude Zeybekoğlu’nun piyeslerinin telif hakları onda, hepsini basmış ama kopyalarını kendinde tutmamış. Aradığımız oyun yok! Şehir Tiyatroları’nda sahnelendiğinde Mücap Ofluoğlu da oynamış, aradım. Üzerinden çok zaman geçmiş tabii, bulamadı. Mücap Abi dedi ki “O oyunda oynayanlar içinde ev değiştirmeyen tek kişi Zafer, Zafer Önen. Ona sor!” Bu cümle çok önemli. Çünkü ev değiştirirken en başta ‘oynadık bunları’ diyerek tekstleri atıyorlar. Neticede bulamadık, vazgeçtik o piyesten. Aramaya devam ettim tabii… Aradan 22 sene geçti. Birgün Nadirkitap.com‘da bir oyun gördüm. Adı başka ancak yazan ve çeviren tutuyor. Bizde oynanan adı Doğum Yarışı. Orijinal adı İzabel ve Pelika. Sitede satılan piyesin adıysa Kaşıkçı Kuşu. Yine de aldım. Bir de geldi ki benim Doğum Yarışı…

Almaya devam ediyor musunuz?

Çok az. İstanbul’a gidip gelmiyorum. İlk zamanlar evde fotokopi makinam vardı. Akşamları çekiyordum makinayı önüme. Oğlum der ki “Çocukluğum gözümün önünden geçen bir yeşil ışık eşliğinde bitti.” Koyuyorum basıyorum, koyuyorum basıyorum. Kime emanet edeceksin? Ya kaybolursa!..

Başka hangi kategorilerde malzeme var koleksiyonunuzda?

Plaklarım var. Muzaffer Akgün, Zehra Bilir, Nezahat Bayram, Ahmet Sezgin, Safiye Ayla, Nurinisa Toksöz, Yıldız Ayhan, Suzan Yakar, Mustafa Sağyaşar, Suzan Güven ve Hamiyet Yüceses’in taş plak dahil yaptıkları bütün albümler eksiksiz olarak mevcut.

Çocukluğunuzdan itibaren bu saydığınız isimlerin arasında yaşamışsınız. Plak dışında hatıra niteliğinde şeyler de almış olmalısınız…

Bu saydığım isimler plaklarını hediye ediyordu. Safiye Hanım’dan ötürü Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Mualla Gökçay, Suzan Güven, Suzan Yakar’la hep bir aradaydık. Ama ne fotoğraf ne de başka bir şey istemek hiç aklıma gelmedi… Hatta çok üzüldüğüm bir şey var, Safiye Hanım’ın, “Oğlum al bunları, bunlar senin” dediği iki albüm vardı. İçişleri Bakanlığı’nda bir müsteşar yardımcısı hayranı, gazetelerde onunla ilgili çıkan ne var ne yoksa hepsini toplamış ve Safiye Ayla’ya ulaştırmış. Vefatından sonra Vakıf’ta (TEV) kaldı o dosyalar. Sanırım İlber Ortaylı’ya sattılar. Büyük bir talihsizliğim var, o zamanlar hiç böyle şeylere heves etmemişim. Sadece plakları almışım. Safiye Hanım’ın 10 tane kadar fotoğrafı vardır ama fazlası yok. Onlar gitti maalesef.

Bu çevrelerin içinde olmak meslek seçiminizi etkiledi mi?

Hayır, mesleğimde tek etki sahibi kişi Zati Sungur’dur. 1972’ye kadar Şehir Tiyatrosu’ndaydım. Tiyatroda olmam sayesinde dönemin bütün büyük oyuncularını tanıdım. Beni severlerdi, nedense… Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza, Şaziye Hanım (Moralı) rahmetli…

Onlarla tanıştığınızda kaç yaşlarındaydınız?

İlkokulun sonlarında başladım Şehir Tiyatroları’na.

Dönemin meşhur isimleri bu saydıklarınız. Sizse çocuksunuz, nasıl ulaşıyordunuz onlara?

Her zaman kulisteyim çünkü. Matineye gidiyorum, matine suare arası oturuyoruz, sohbet gırla. Suareyi de izledikten sonra servisle eve dönüyorum. Öyle bir hayatım vardı. Zati Bey’in bir arkadaşı da Muhittin Sadak, İstanbul Operası’nın kurucusu. Konservatuar’da hoca ve koro şefi. Onun vasıtasıyla Batı Müziği öğrenmeye, dinlemeye başladım. Azra Gün, Atilla Manizade, Bedros Kuyumcu, Alis Manukyan gibi o zamanın bütün büyük isimlerini sahnede izledim. Babam gazino kültürüne çok meraklıydı. Dayısı eski emprezaryolardan. Tophane’de, Karabaş mahallesinde bir tiyatrosu var, Karabaş Tiyatrosu. Selim Nüzhet’in Tiyatro Tarihi’nde de geçer. Safiye Hanım’ı falan tanımamızın sebebi de odur. Bütün o ortamlara girip çıkıyorum fakat daha 7 yaşındayken illüzyona merak salmıştım. Baktım tiyatroda kendini göstermek çok zor. Bireysel performans sergileyemiyorsun. İllüzyonda ise özgürsün. ‘Hayatımda bir tek rol oynayayım, o da sihirbaz rolü olsun!’ dedim ve tiyatroyu bıraktım.

Sermet Erkin ve kızı Piraye Nazlı Erkin
[Sermet Erkin ve kızı Piraye Nazlı Erkin]

Zati Bey size ders verdi mi?

Şöyle, evin alt katının yarısı atölye yarısı depoydu. Üst katta biz, onun üstünde de Zati Bey’ler oturuyor. Ben tanıdığımda sahnedeki son senesiydi. 1964 – 65 sezonunda bıraktı. O sene hep yanındaydım. Kızların hazırlanmasını, ördekleri, tavşanları falan görüyorum. Provalar Ses Tiyatrosu’nda yapılıyor, beni de götürüyorlar. Zati Bey’in bir kamyonu var, kapının önünde duruyor. O zamanlar böyle kapalı kasalı kamyonlar yok, kendisi yaptırmış. Üzerinde içinden şimşekler çıkan bir şeytan gözü ve Zati Sungur’un resmi var, iskambiller uçuyor, kız kesiyor falan. Okulum evin az ilerisinde. Çocuklar soruyor tabii kamyonun içinde ne var diye. Ben de uyduruyorum, “İçinde şeytanlar var. Gece saat 12’den sonra çıkıyorlar. Biz oraya yemek koyuyoruz, yiyorlar.” Zati Bey’den öğrendiğim oyunları yapıyorum, çok eğleniyorum. Zati Bey’den çok şey öğrendim ama ders şeklinde değil. Beraber yaşıyoruz. Yeri geldikçe anlatıyor bir şeyler. “Göster bakalım iskambili nasıl yaparsın?” diyor mesela. Bakıyorum, ne yaparım bununla, bir şeyler gösteriyorum. Evinden çıkmıyorum. Sahneyi bıraktıktan hemen sonra kendi stüdyosunda çalışmaya başlamıştı. Ortaokula başladığımda artık Zati Bey’in sekreteryasına bakıyordum. Bütün yazışmaları ben yapıyorum. Dolayısıyla hayatım hep onun yanında. Ben onun ilk ve tek talebesiyim, çünkü benim kadar sürekli yanında bulunmuş ikinci bir şahıs yok.

64’te bıraktı değil mi sahneyi?

Evet ama Sihirbazlık İllüzyon Hünerleri Kataloğu yaptı. Alet üretmeye başladı, bu aletleri posta yoluyla satıyordu. Katalogdan oyun seçilip sipariş ediliyordu.

Onun elinden çıkmış malzeme de var mı koleksiyonunuzda?

Var tabii. Hala sahnede kullandığım şemsiye oyunum, dünyada eşi olmayan ateş oyunum, bilardo sehpası, kendi sahnesinde kullandığı barajı… Onu sahnede gösterir, içi boştur. Sonra masanın üstüne koyar, “Baraj, Baraj, Baraj” der. Ve bu kulplu vazoyu tekrar ters çevirir. Şırıl şırıl su akmaya başlar, 2 saat bitmez suyu. Zati Bey’in top oyunu da bende.

Sahneye ne zaman çıktınız?

1974’te yaptım ilk gösterimi. İlk işim Beşiktaş Bahçesi’nde, Beşiktaşlılar Derneği’nin gecesiydi. Erol Büyükburç’la Nuri Sesigüzel arasında çıktım. Eniştem derneğin etkili isimleri arasındaydı. O istemişti sahne almamı. Zati Bey de gelip izlemişti. Üniversite yıllarında da devam ettim. Hızla yükseldim. İstanbul’un çalışılabilecek en iyi mekanlarında sahneye çıktım.

Devam ediyor musunuz peki?

Evet ama eskisi kadar değil. Bütün o kız kesmeler, uçmalar, dekorlar, ışıklar, ses düzenleri… hepsini verdim. Elimde kendi yaptığım bir aletle bir de sandık oyunu var. Belki lazım olur, yaparım diye onları bıraktım. Nereye koyacağım o kadar eşyayı?

Sadeleşmeye mi karar verdiniz?

Hayır, o işleri yapmayacağım artık. Yerleştirmek çok zor, her gün artıyor. Varlık dergisinden çıkmış Fransız bir yazara ait bir makale vardı. Adam diyor ki; “Kitaplar yığılıyor, yığılıyor, ev dar gelmeye başlıyor. O evden çıkıp başka bir yere geçiyorsun. Ondan sonra annenin üst katındaki çatı katına da eşya koyuyorsun. “Bir başkasının tavan arası var” diyorlar oraya da koyuyorsun… Sonunda bir gün geliyor ve seni sade suya yazılmış romanlar ve bilim müsveddesi kitaplar altında ölü buluyorlar.” Öyle oluyor hakikaten. Bir iskambil destesi bile yer tutuyor. Her yerde mendiller, mendiller, mendiller… Afişler var, resimler, fotoğraflar, belgeler, gazeteler, dergiler, Karagöz koleksiyonu, kitaplar, plaklar…

Koleksiyonunuz size ne hissettiriyor?

Ben bunlara hiç koleksiyon gözüyle bakmadım. Öyle düşünmeyerek çok büyük hata ettim zaten. Bunlar tesadüfen elime geçenler. Oysa biriktirebilirdim, daha çoğaltabilirdim. Herkesten, her şeyi isteyebilirdim…

Ne zaman bilinçli bir şekilde toplamaya başladınız?

Hiçbiri bilinçli değil. Ben değil, zaman biriktirdi… Bilinçli olsaydım Şehir Tiyatrosu’nu tarumar ederdim. Her şeyin kopyasını alabilirdim oradan. Safiye Hanım’dan, Suzan Hanım’dan, Suzan Yakar’dan… Herkesten istediğim her şeyi alabilirdim ama verilen ya da ihtiyaç olanın dışında hiçbir şey almadım. Benim en büyük şansım böyle bir çevrenin içine doğmak ve orada yürümekti. Her gün o insanlarla bir aradayım, gözümü açtım Safiye Ayla karşımda. Birgün gelip öleceklerini nereden bileyim..

Sermet Erkin

Peki ne olacak bunlar?

İlk niyetim piyeslerin hepsiyle bir tiyatro kütüphanesi kurmaktı. Bunun için çok uğraştım. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay’a, vakıflara, belediye başkanlarına söyledim. Haldun Dormen bu işle bizzat ilgilendi. Ama olmadı. Bakalım ne olacaklar…

Söyleşi: Ayşe Adlı

Fotoğraflar: İ. Bahtiyar İstekli

Blog’dan

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

Bugün, Oğlak burçları için başarılı ve verimli bir gün olabilir. İş hayatınızda hedeflerinize daha da yaklaşmak ve yaratıcılığınızı ortaya koymak için iyi bir gün olabilir. Sorumluluklarınızı yerine getirmek ve disiplinli bir şekilde çalışmak size olumlu sonuçlar getirebilir. Ayrıca, sağlık konularına da dikkat etmenizde fayda var. Sevdiklerinizle vakit geçirerek duygusal dengeyi korumaya çalışın. Uyumlu ve dengeli bir gün geçirmeniz dileğiyle!

KOVA BURCU YORUMU

Bugünün Venüs-Mars bağlantısı, haritanızın en dinamik iki açısını kesiyor, bu nedenle yaratıcı bir çabada başarılı olmak istiyorsanız, şimdi ona en iyi şansı vermenin tam zamanı. İnsanların fikirlerinize ne kadar açık olduklarına şaşırabilirsiniz.

BALIK BURCU YORUMU

Bugün duygusal olarak daha hassas olabilirsiniz. İnsanlarla iletişimdeki inceliğiniz sayesinde yanınızdakilere destek olabilir, onları rahatlatabilirsiniz. Ancak, kendi duygusal ihtiyaçlarınızı da göz ardı etmemelisiniz. İçsel dengeye odaklanmak ve kendinize zaman ayırmak için fırsatlar yaratın. Enerjinizi doğru yönlendirmek, hobilerinize zaman ayırmak veya rahatlama teknikleri kullanmak size iyi gelecektir. Kendinizi yeniden motive etmek için yapıcı düşüncelere odaklanın ve geleceğe umutla bakın.

YAZARLAR / Tümü
admin: hafta sonları gitmeli
2023-07-15 00:59:20
İlhan erdinç: Kaleminize sağlık👏👏👏
2023-02-23 09:35:47