Konaklar…
Aşçılar…
Hizmetçiler…
Böyle bi çocukluk idi yaşadığı.
**
Çok güzel bir hanımefendi oldu büyüdüğünde.
Zarifti, bakımlıydı, pek şıktı hep. Zarafetinin ve varsıllığının ölçütü olarak bugünlere değin kulaktan kulağa taşınan bilgi; her ayakkabısına göre ayrı bi kürk giydiğiydi.
Duyup da imrenmeyeni yoktu.
**
Gayrı Müslim hemşerilerimizdendi.
Asırlardır burada, bizlerle bi aradaydılar. Örnek vereyim; herkes birbirinin bayramına, inançlarına, kutsal günlerine saygı gösterir, her konu şehrin ortak geleneği halinde yaşanırdı.
Yaşam paylaşılmıştı. Giresun çağdaş ve mutlu bi kentti.
Savaş yılları çok yazık ki şehrimizin kaderi değişti. Her türlü güzelliğe ihanet eden çeteler yüzünden iş çığırından çıktı, tertemiz insanlar da mübadele yıllarında, doğduğu topraklardan ağlaya-sızlaya göç etmek zorunda kaldılar.
Ne var ki O, terk etmedi Giresun’u.
Giresun kızıydı. Doğduğu şehre sıkı sıkı bağlıydı.
İnatçı, gururlu, aristokrat terbiyesi taşıması vb gibi nitelikleri kesin olmakla birlikte, tahminen bi miktar çılgındı da.
**
Aradaki yılları bilen, anlatan birileri mutlaka çıkacaktır. Benim bilgim yok. İnanın, üzgünüm.
Mesela o olağanüstü servetinin tamamını Kuvva-i Milliye’ye bağışladığı rivayet olunur. Paha biçilmez giysilerini, takılarını yeni evlenen garibanlara dağıttığı söylenir. Bilemiyorum?
80’li yıllarda ilk gördüm O’nu. Veya ilk algıladım diyeyim hadi. Bakımsızdı, pisti, sıskaydı, çenesinde bembeyaz sakal uzamıştı. Konuşması, anca filmlerde gördüğümüz ‘’Geleor, gideor’’biçimindeydi.
İnsanlar alay ediyordu nedense bu kadıncağızla.
Bense hem korkuyordum, ömrümde ilk kez gördüğüm bu sakallı kadından, hem de düştüğü durumlara üzülüyordum.
Çocuk aklıdır, lütfen gönül koymayın. Şimdi olsa başıma taç ederdim.
**
Büyük bi hayvan severdi… O düşmüş hallerinde bile evinde onlarca kediyle yaşardı. Şehrin balıkçı esnafı bu kedileri aç bırakmazdı.
Fal bakarak geçimini sağladığı bilinirdi.
Evine bu amaçla gidenlerin yalancısıyım; örümcekli-fareli, kırık-dökük eşyalı berbat bi evmiş yaşadığı.
İnsanın kendi tercihleri sonucu bu denli yokluğa düşmesi ne hazindir…
**
(memleket sevdası yanında, sanki yüreğinde gizlediği büyük bi gençlik aşkı da varmış gibi geldi bana, bu satırları yazarken… bilen varsa ve yazarsa sevinirim)
**
Günün birinde iyice elden ayaktan düşüp, tamamen kimsesiz kaldığında, zamanın Belediye Başkanı tarafından Trabzon Huzurevi’ne yatırıldığını biliriz.
Neden Trabzon? Koskoca Giresun, bi tanecik emanetine sahip çıkamamış mıdır? Oralara girmenin anlamı mı kaldı artık?
Ama bu temiz kalpli kadının, nice geceler, kar-fırtına demeden Huzurevi’nden kaçıp Giresun’a döndüğünü, sonra yine zorla Trabzon’a götürüldüğünü yazmak zorundayım.
Sizler de bu Giresun sevdalısı yüreği bilmek…
**
Adı Anna Ohannesyan’dır.
Hepimizin bildiği Arnik Teyze’miz yani.
Öyle kolay kolay, kuru lafla Giresunlu olunmuyor arkadaşlar.
**
Eylül 1991 yılında, Trabzon Huzurevi’nde vefat eder Arnik Teyze. Orada kimsesizler mezarlığına gömülür.
Mezar yeri, mezar taşı yoktur. Resmen bi duvar dibine, öylece bırakılmış durumdadır.
30 sene yatar bu vaziyette.
**
Adlarını asla bilmeyeceksiniz.
Giresun’da yeni kurulan bi sanat derneğinin ve o dernek başkanının koordinesinde, insanın tüylerini diken eyleyen bi dost imecesiyle, ilkin, yattığı duvar dibi satın alınır. Etrafı beyaz mermerden mezarlıkla çevrilir.
Mezar taşına özellikle ‘’Giresun Kızı’’ ibaresi yazdırılır.
Hayvan sevgisinin nişanesi olarak, kuşlar için bi suluk da kondurulur ayakucuna.
Gayrı müslim olmasının ne önemi vardır ki, içimizden biridir Arnik Teyze, ‘’Allah rahmet eylesin’’ ifadesine de özellikle yer verilir mezar taşında.
**
Bunu da asla duymayacak, bilmeyeceksiniz.
Dost imecesi, çok yakında çuval çuval taşıyıp, Giresun toprağıyla dolduracaktır mezarını.
Arnik Teyze’miz sonsuza dek, o çok sevdiği kendi toprağında huzurla uyusun diye…