Sektörün figüranlarından biridir.
Türkiye şampiyonu Gima’ymış, dünya devi Carrefour’muş, fark etmez.
****
2006 yılı idi, aylardan Eylül.
-”Ben istifa ediyorum canım” dedim eşime. Gima’mız el değiştirip Carrefour olmuş, forma aşkıyla çalıştığımız iş yerinde ağzımızın tadı bozulmuştu falan.
Ve ekledim;
-”Haberin olsun, bunca yıllık tazminatım vesairem yanacak, bu çokbilmiş Fransızlar 5 kuruş vermez, dönelim Giresun‘a”!
Adımız sanımız belli, özgeçmişimiz belli, cv’mizde yazanlar desen hiç kimsede yazmıyor, iş mi yok bana?
****
Figüranlığın kravatlısı nasıl olur, anlatayım hemen.
İlk aşkım, her şeyim, büyük kızım Çiğse’nin doğumuna yetişememiştim örneğin. Markette iş vardı çünkü hep.
Kızım kendi kendine büyüyüp genç kız oldu sonradan. Hiçbi ayrıntısına erememiştim. Markette yoğunluk vardı çünkü hep.
-”Ben böyle hayatın ta!!!” diye diye çok homurdandığımı anımsarım.
****
Döndüm de ne oldu?
Şehrimde 2 AVM var idi. Birine Carrefour’u getirdim, ötekine Migros’u kondurdum. Tamamen, sektördeki kişisel dostluklarımı kullanıp.
Karşılığında ne oldu peki?
Birileri teşekkür mü etti?
Sözgelimi Ticaret Odası plaket mi verdi?
Belediye Başkanı, sırtımı mı sıvazladı?
Çağdaş alışveriş ortamına kavuştuk diye herhangi bi vatandaş adımı mı andı?
Tam aksi.
Geçinebilmek için sırf, arabamı sattım.
Giresun nankörlüğüdür, boş verin. Konuşmaya, kalem oynatmaya değmez.
Yalnızca bilin istedim.
****
Ultrasonda gördüm bi gün. Siyah bi noktacık idi sade. Sevindim. Kudurdum. Dellendim. İkinci çocuğumuz geliyordu, boru diğil!
Sonra, kontrole gittikti, bi başka gün..
Kalp sesini duymaya hazırlanırken bizler, sevgili doktorumuzun suratı değişmişti birden;
-”Nefes almıyor bu”?
Melek olmuş bebeğimiz meğer. Dünya başımıza yıkıldı. Çok ağladık, eşim, ben, Çiğse.
O gece hayatımın kendi çapımda en güzel yazısını yazdım. Yazıyı, dünyanın en iyi şarkı sözünden yaptığım alıntıyla bitirdim;
-”Hiç kimsenim yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur”.
Yoktu tabi… Daha oluşmamıştı ki…
****
Bu acı olaydan bi sene sonra doğdu, minik kızımız Yağmur. Daha doğmadan koymuşum adını, bilmeden.
Türkü söylüyordum bi gece, bi dost sahnesinde. Daha 5 haftası varken, erkenden doğuverdi. Koşup gittim ama, O’na da yetişemedimdi.
Kaderimmiş, napim??
****
Allah üçün gonuşayım, asla erkek evlat istemedim.
Hep;
-”Bi eve 2 dane kıllı bacak yeter ula” dedim.
Göynüme göre verdi yüce yaradan da. İki prensesim var evde.
Nere baksam ”güzellik” görüyorum işte.
Şükürler olsun..
****
Allah’ın bana bi lütfu olarak doğdu zaten Yağmur’um, ömrümün sonbaharında.
Ben de yeniden doğdum.
”Gün gördüm, günler gördüm”, minik bebeğim gelince şad oldum.
****
Dünyada hiç kimse bana;
-”Sakın beni bırakıp gitme”dememişti, O diyene kadar.
-”Ama kızım işe gitmem lazım”.
-”Peki, git o zaman baba”…
****
Babasının
Annesinin
Ablasının
Bitanesi öğretti bana.
İşe falan gitmek bi yana, bi babanın ölüp gitmesi bile hiçbi halt diğilmiş meğer…
Aslolan;
Sakın beni bırakıp gitme diye ağlayan kızlarının gözyaşı imiş.
****
Fesatlıklar, hasetlikler, ihanetler, bomboş egolar…
Geceleyin eve gelip, kızlarının koynuna girmek vardır ya? İşte bu kadar rezilliğe bunun için katlanır.
Babalar.